ÂŞIK VEYSEL TÜRKÜLERİYLE ANILDI

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi (KMÜ) Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘Bir Türkü Bir Hikâye’ konulu programda bu hafta ‘Karanlık Dünyanın Aydınlık Yüzü: Âşık Veysel’ konulu hikâye ele alındı. Programa davetliler, üniversite personeli ve öğrenciler katıldı.

Program, Dr. Öğr. Üyesi Onur Aykaç’in hikâyeyi dinleyenlerle paylaşmasıyla başladı. Dr. Öğr. Ü. Aykaç, Âşık Veysel’in 1894 yılında Sivas’ın Sivrialan köyünde dünyaya geldiğini ve 7 yaşına kadar kardeşleri ile mutlu bir şekilde yaşadığını belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü: “O yıl köyü kasıp kavuran çiçek salgınına Veysel’le birlikte iki kardeşi daha yakalandı. Kardeşlerden ikisi, o yılların aman vermeyen hastalığına yenik düştü ve öldü. Veysel ise canını değil ama sol gözünü kaybetti ve sağ gözüne de hastalıktan dolayı perde indi. Babası ile birlikte doktora giden Veysel’in gözünün ameliyat ile açılabileceği söylendi.

Veysel’in ameliyata hazırlandığı günlerde aksilikler peşini bırakmaz. Rivayet o ki, bir gün babası ineklerle ilgilenirken Veysel babasının yanına gelir. Ters ve ani bir hareketinden ötürü orada duran öküzün boynuzu sağ gözüne girer Veysel’in. O gözü de hemen orada akar, kör olur. Artık iki gözü de yoktur Veysel’in.

Oğlunun saza söze merakını keşfeden Ahmet Ağa, oğluna bir bağlama yaptırır. Daha 9-10 yaşlarındaki Veysel, ilk saz derslerini kendi köyünün usta sazcılarından almıştır. İlk başlarda saz çalmakta ürkek davrandıysa da kısa zamanda kabuğunu kırmış, çalıştıkça sazını geliştirmiş ve dağarcığına yüzlerce eseri almıştır.

O günlerde seferberlik emri gelir. Ancak gözleri görmediği için Veysel seferberlik emrinden muaf sayılır. Ağabeyi ve arkadaşları ise askere alınır. Askere gidememek, Veysel’in içinde kapanmaz bir yara olur.

Yıl 1919... Veysel’in annesi ve babası, iki gözü de görmeyen ve karanlığa bürünen oğullarına diğer kardeşlerinin bakamayacağını düşünüp onu evlendirmek isterler. Kısa süre sonra Veysel’i akrabalarının kızı olan Esma Hanım ile evlendirirler. Ancak sanatçının peşini olumsuzluklar bir türlü bırakmaz. İlk çocukları on günlükken ölür. Bir süre sonra ise Veysel’in ana ve babası arka arkaya bu dünyadan göçüp gider. Yaşadığı olayların etkisini atlatmaya çalışan Veysel, bir darbe daha alır. 8 yıllık eşi Esma Hanım, Veysel’e yardımcı olsun diye işe alınan hizmetkârla kaçar. Bu gelişme Veysel’i iyice perişan eder.

Eşi terk ettiğinde, altı aylık kız çocuğu Veysel’in yanında kalmıştı. Fakat çocuk, kısa süre sonra bakımsızlıktan hayatını yitirmiştir. O günlerde acı dolu hayatını türkülere döken ozan, yanık yanık türkülerini sevenleri ile paylaşarak bir nebze de olsa acılarını dindirmiştir.

Birkaç ay sonra bir arkadaşı aracılığıyla Zara’daki Yalıncak Baba Türbesi’nin işlerini yapan Gülizar Hanım ile evlendi Veysel. Evlendikten sonra yine köyüne döndü ve yaşamına devam etti. Ardından çocukları oldu; hayatını onlara adadı. Yaşamına böylece sakin ve huzur içinde devam etti. Ta ki 1931 yılı gelip çatıncaya kadar. O yıl, Ahmet Kutsi Tecer’in ısrarları karşısında dayanamadı ve Sivas Âşıklar Bayramı’na katıldı. Veysel’i ‘âşık’ yapacak, onu ilk önce kendi vilayetine, sonra da tüm yurda tanıtacak olan bu bayramdır.

Birkaç yıl sonra, dönemin İstanbul radyo müdürü, bir tanıdığının önerisiyle Veysel’i radyoya çıkardı. Veysel, gür bir sesle bütün Anadolu’ya seslendi radyodan. İstanbul radyo müdürü Mesut Cemil adeta mest oldu. İstanbul radyosuna çiçek gönderenler oldu. Bir dinleyici o gece Veysel’i evine misafir etmek istedi. Veysel kabul etti; misafir olduğu evde çalıp söyledi. Lakin ertesi sabah Veysel, hayatının pişmanlığını yaşadı. Çünkü o gece radyoyu dinleyenlerden biri de Atatürk’tü. O günlerde İstanbul’da bulunan Atatürk, program bittikten sonra radyoya haber gönderip ‘O âşığı bulun, getirin.’ demişti. Bütün aramalara rağmen Veysel o gece bir türlü bulunamamıştı. Veysel bu haberle perişan oldu. Sonra da bir daha çok sevdiği Atatürk’le görüşemedi.

1940’lar Veysel’in en verimli dönemi olur. Onlarca şiir söyler. 1941-1946 yılları arasında Köy Enstitüleri’nde bağlama ve halk türküleri dersleri verir. Köy Enstitülerinin değişmeye başladığı 1950’lerde müziğe ara vermek ister Veysel. Artık yorulmuş, yaşı da ilerlemişti. Büyük bir organizasyonla kısmî jübile yaptı, bir sabah sessiz sedasız köyüne döndü. Köyünde bir meyve bahçesi kurdu.

1965 yılında TBMM’de özel bir kanun çıkarılıp ‘ana dilimize ve millî birliğimize yaptığı katkılardan dolayı’ 500 lira maaşa bağlandı. Veysel, ömrünün son demlerinde biraz olsun rahat bir nefes aldı.

70’lerin başında bir konsere daha çıkmak ister. Ama sahnede rahatsızlanır ve konser yarıda kalır. Hemen hastaneye yatar Veysel. Doktorlar kalbini dinlemek istediklerinde ‘Orada gizli sırlarım var, dokunmayın.’ der. Artık eski hali yoktur Veysel’in. Kısa süre sonra Veysel’e akciğer kanseri teşhisi koyulur. Derdinin çaresizliğini kendisi de bildiğinden son günlerini köyünde geçirmek ister. En büyük emeli, Cumhuriyet’in 50. yılını görebilmekti. Ama bunu başaramayacaktır.

21 Mart 1973 tarihinde, bir nevruz günü dünyaya gözlerini yumdu Veysel. 1930’larda ‘Sivrialanlı Kör Veysel’ olarak köyünden dışarıya açılan ‘âşık’, ‘Âşık Veysel Şatıroğlu’ olarak yaşamını yitirdi. Veysel, 22 Mart günü sadık yâri olan kara toprakla buluştu. Bundan 45 yıl önce ‘gelmez yola’ gitti Veysel. Onun tek isteği, hatırlanmaktı. Bugün bu mecliste Veysel’i hatırlatmak bana düştü. Selam olsun büyük ustaya...”

Dinleyicilerin büyük beğenisini toplayan program Müzik Öğretmeni Halil Erbay’ın, Âşık Veysel’in birbirinden güzel dört eserini seslendirmesiyle son buldu.