KMÜ’DE İNSAN HAKLARI PANELİ DÜZENLENDİ

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi (KMÜ) Hukuk Müşavirliği ile Karaman Valiliği İnsan Hakları Kurulu tarafından ‘İnsan Hakları’ konulu panel düzenlendi.

Panele Karaman Vali Yardımcısı Hacı İbrahim Türkoğlu’nun yanı sıra il ve üniversite protokolü  ve çok sayıda öğrenci katıldı.

Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından başlayan panelde ilk olarak panelin moderatörlüğünü yapan KMÜ İslami İlimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fikret Karapınar söz aldı.

“İnsanoğlu kainatın en değerlisidir”

Prof. Dr. Fikret Karapınar İslam dininde insan hakları konusuna değinerek şunları söyledi: “İnsan hakları İslam dini açısından daraltılmış bir kelime. İslam'da sadece insan haklarından bahsedilmez; kâinattan, insanlarla diğer varlıklar arasındaki ilişki yumağından bahsedilir. İnsanoğlu kainatın en değerlisidir ve hep yüce bir varlık olduğu vurgusu yapılır. Kuran-ı Kerim'de sadece Müslüman diye bir tabir geçmez. Bütün insanlar Adem’in çocukları olarak sadece insan oldukları için bir düzlemde ele alınır ve kimsenin kimse üzerinde üstünlüğü yoktur. Cenab-ı Hak herkese hakkını vermiştir ve kimse için bir ayrım söz konu değildir. Bütün insanlık arasındaki hak gözetilmiştir ve Kuran-ı Kerim hem insanın haklarından hem de insanlar arası haklardan bahseder. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de kişiden kişiye değişmez ve idealdir.”

“İnsan hakları, insanın değerini ve onurunu korur”

Ardından Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Öğretim Görevlisi Büşra Çeliköz ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ ile ilgili bilgiler paylaştı. ‘İnsan hakları’ teriminin aslında bir ideali içerdiğini belirten Çeliköz, “Bu terimi kullananlar bu alanda çoğu zaman olanı değil, aslında olması gerekeni dile getirirler. İnsan hakları, insanın değerini ve onurunu korur. İnsanın insanca yaşaması için gerekli zorunlu koşulları ifade eder. İlk kez 1946 yılında Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde insan haklarının geliştirilmesi amacıyla bir İnsan Hakları Komisyonu oluşturulmuştur. Sonraki yıllarda çağdaş insan hakları anlayışını yansıtacak ve tüm Birleşmiş Milletler üyesi devletler için geçerli standartları içeren bir belgeye ihtiyaç duyulması sebebiyle uluslararası bir belgenin hazırlanması kararlaştırılmıştır. Bu kararın ardından 10 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulunca kabul edilen ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ düzenlenmiştir." dedi.

Öğretim Görevlisi Büşra Çeliköz, ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’, tarih içinde geçirilen değişiklikler ve bildirgenin muhatapları arasında yaşanan anlaşmazlıklarla ilgili verdiği bilgilerin ardından şunları söyledi: “Türkiye açısından dünya devletleri ve uluslararası kurum ve kuruluşlar ile iletişimin koparılmaması önem arz ediyor. Zira iletişim koptuğunda diplomasi biter ve diplomasinin bittiği yerde herkes sadece kendi hakikati ile hareket eder. Herkes kendi hakikatini bir taş ya da bir top mermisi ya da bombaya dönüştürüp karşı tarafa atmaya çalışır. Bu hiçbir sorunu çözmez. Çözüm yine iletişimdedir, kendini anlatmadadır ve ötekini anlama çabası içine girmektedir. İnsan hakları ihlallerinin son bulduğu, barışın ve adaletin hâkim olduğu bir dünya düzeni en büyük temennimizdir.”

“İnsan Haklarında barış dilinin önemi”

Panelin son konuşmacısı olan Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Öğretim Görevlisi Adem Seleş ise ‘İnsan Haklarında Barış Dilinin Önemi’ konulu sunum yaptı. Barış ve çatışma kavramlarının tanımları üzerinden sunumuna başlayan Seleş, “Barış; genel anlamda savaşın, çatışmanın ve düşmanlığın olmaması anlamında kabul görür. Başka bir açıdan ise kötülükten, kavgalardan, savaşlardan kurtuluş, uyum, birlik, bütünlük, sükûnet, sessizlik, huzur içinde yaşamak olarak da tanımlanabilir. Çatışma ise ekonomik, sosyal ve kültürel eşitsizlikler, aşırı fakirlik, ekonomik durgunluk, kötü yönetişim, yüksek işsizlik oranları, çevre kirliliği ve şiddetin teşvik edilmesi gibi farklı nedenlerden dolayı yaşanabilmektedir.” dedi.

Çatışma düzeyleri ve çatışma evreleri hakkında da bilgi veren Seleş konuşmasını şöyle sürdürdü: “Önce bireysel anlamda ardından toplum olarak çatışma dilini bir kenara bırakıp barış dilini benimsememiz gerekiyor. Barış dili barışçıl ilişkilerin tesis edilmesinde önemli bir unsurdur. Toplumsal barış için öncelikle toplumda barış algısının yerleşmesi gerekir. Bunun için de okul, medya ve toplumu yönlendiren kişi ve kurumların barış eğitimine önem vermesi ve çatışma dili değil, barış dilini kullanmaya özen göstermesi önemlidir. Bunun yanı sıra medya; haber ve yorumlarında ötekileştirmeden ve haksızı haklı gösterme çarpıtmasına girmeden hizmet sunmalıdır. Bunların ötesinde barış eğitiminin temelini oluşturan demokrasi ve insan hakları eğitimine önem verilmelidir.”

Panel, plaket takdimlerinin ardından sona erdi.